3 Aralık 2007 Pazartesi

EN BEYAZ HÂLİNİZ

CANSU ÖNEM 11TMA



Eskilerden bir dörtlük döndü durdu dün kulağımda ağır aşina yürürken aklımı sıyırdı, geçmedi..."ben sana mecburum bilemezsin". Aşk bu olsa gerek, mecbur hissetmek, mecbur sevmek... Metazoriyi içe hapsetmek duyguların karmaşa salonu... "adını mıh gibi aklında tutuyorum/ ben sana mecburum bilemezsin/ içimi seninle ısıtıyorum." Her çalan kapıda yüreğe adanmış çiçek kokusu sarmıştır evi… Onun dönüşünü beklemektir huzurun yanlışı… Herkese ismiyle seslenme... O diyebilmek… Gurur veren bir sevgidir onun minik yüzüyle yaşıyor olmak… İçini ısıtmaya sesinin bir kibrit çakması yeterlidir...





"ağaçlar sonbahara hazırlanıyor" Güz hazırlıkları onun göz manzarasında sahil şeridi koşturmaktır… Hayatın ona aktığını hissetmektir... Onsuz "bu şehir eski istanbul mudur?"... O şehri şehir yapan onu o şehirde sevmek olmuştur bu denli…"karanlıkta bulutlar parçalanıyor, sokak lambaları birden yanıyor" Tüm değişiklikler sanki onun bir adımıyla dünyasına kazandırdıkları… Size kazandırdığıysa zaten onun dünyasının sizin olması..."kaldırımlarda yağmur kokusu". Yağmurdan da güzelsin ey sevgili diye haykırmamak içten değildir onun kahve gözü demini bıraktı mı ellerinize… Yüz çiçeğin içinde bir diken batar gözünüze... O göz eğer o gün onu göremediyse... "ben sana mecburum sen yoksun". Mecburluğun böylesine güzel olacağı aklınızdan geçmemiştir tek cümle bile…

"sevmek kimi zaman rezilce korkuludur". Sevmenin doruğunda seninle bir dilim ekmeği paylaşabilmek, ramazanda pide kuyruğumu sana vermekti çocukça heyecanlarım… Onu sevmekten hiç çekinmemişsinizdir… Doyabilmek mümkün değildir bakmaya... "tutsak ustura ağzında yaşamaktan" kimi zaman yorulursunuz kahverengi masanızın kahve tonu ortasında kahverengi çerçevede o kahve gözleri görmeseydiniz… Çekilmezdi hiç bir kahverengi böylesine…"kimi zaman ellerini kırar tutkusu/birkaç hayat çıkarır yaşamasından"... İşte o zaman hayatınızın eksilen tarafını ters çevirirsiniz ucu ona değmesin, hayatımdan düşmesin diyerek… Korku dolu bakışlarla uzaktan seversiniz bir kezler daha… "hangi kapıyı çalsa kimi zaman arkasında yalnızlığın uğultusu". Yalnızdır insan aslında kendiyle kalmasa da… Önemli olan onunla yalnız olmaktır o kalabalıkta… Denizin ortasında milyonların içinde onun yalnızlığıyla kalabalıklaşmak... En mavide..."fatihte yoksul bir gramofon çalıyor" ve kulağınıza ikincil eşlik eden onun sesi... "eski zamanlardan bir cuma çalıyor" üşüyor, onu yoklamak istiyorsunuz yanınızdaysa ısınma heveslisi... "durup köşe başında deliksiz dinlesem/sana kullanılmamış bir gök getirsem”.



Hayatta nice salıncaklar görmüşsünüzdür… Hiçbirisi onu salladığınız salıncak gibi olmayacak, nice göz görmüşsünüzdür, hiçbirisi onun gibi bakmayacak… Yıldızınız olup çıktıysa, güneş olmaya soyunup gökler yaratırsınız minik dünyanızda…"haftalar ellerimde ufalanıyor". Yokluğu saniyelerin çıkmaz yollara saklanıp saatlerin hızlarına yetişemediği kadar siyah... Ellerde kalan ayların tortusu… "ne yapsam nereye gitsem, ben sana mecburum sen yoksun". Susmak bıçak sırtıyken elleriniz kanar yokluk zamanlarında konuşurken… Özlem dolarken her iç çekişte adını anma arzuları duvarların boyasına tutunmuştur… "belki haziranda mavi benekli çocuksun". Hasta numarası yapıp okuldan kaçan o haşarı sizsinizdir... Bir çakmasına eriyebilecek mum gibi salonun en şık yerinde pencereye giden yolda bahar bekler gibi... Kimseler bilmez onu anlatmaya da değmez nasıl olsa hiç bir yaş onu anlayacak kadar yaşamamıştır…"bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden/belki körsün kırılmışsın telaş içindesin". Yangınına yanan uçurum olursunuz o zaman… Gözlerine dokunmaya kıyamayıp, yaşlarıyla vedaya çıkan o yolda tüm beyazını kaybetmiş genç bir kız gibi… Yeniyetme delikanlı manzarada balık avı… "kötü rüzgâr saçlarını götürüyor". Ellerim tek saç teline yıllarca koşturuyor... Silsilenin içinde yakalayamadığım tek güzel fırtına... Bir güzel fırtına… "ne vakit bir yaşamak düşünsem" yaşamaya ilk adımınızda bileğinizi kavrayan iyilik gibi içten geliyor resimleri üstünüze… Yağma yağma beyaz karlardan ayrılıp, yüreğimde kalan… "bu kurtlar sofrasında belki zor ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden". Küçüksüzdür daha çok küçüksünüzdür… Anılarınız bir ikiyken hatalarınızın yanında... Övündüğünüz en özel birikiminize "sen" demeye başlamışsınızdır… Bütün saçmalıkları hayallerinizdeki korkuluğa asmış, savunmalarınızı sadece ona yazmışsınızdır... Az aldığınız yollar yolun başında o varsa aklınıza çoğalmıştır teker teker… Minik tepside çikolatalı kurabiyedir onu seviyor olmanız... Hepsi bundandır…

"ne vakit bir yaşamak düşünsem sus deyip adınla başlıyorum". Tek özne bir hayattır artık masalınızda... "İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin". Deniz yoksunu senleriniz deli kumsalın kuyusunda… Deniziniz artık ikiniz... "hayır, başka türlü olmayacak, ben sana mecburum bilemezsin". Kolaydır kimi zaman son demesi anlamsız satırlarda... Hayatın sıfır olduğu yollarda... Beklemek zamanı geçirirken mevsimler ona inat... Bize inattır dünya küçük sevginiz büyükse... Mevsimler dönüp yaza gelmese bile siz dönüp ona tutunmaktasınızdır… Sevgisini bile sevmenin güzelliğiyle, sevse sevmese… Bilse bilmese... En beyaz hâlinizle siz ona mecbursunuzdur…

3 yorum:

Betül91 dedi ki...

Yağmurdan da güzelsin ey sevgili diye haykırmamak içten değildir onun kahve gözü demini bıraktı mı ellerinize…

Çok güzel olmuş Cansu'm.Özellikle bu söz harika.Tebrik ederim.

Orkun dedi ki...

Güzelmiş UALCografyaya Bekleriz... Sizin Yazılarınızıda Sitemizde Yayınlamak İsteriz...UAL

Unknown dedi ki...

süpersin çilek:)