18 Ekim 2008 Cumartesi

HAYAT BEKLEMEZ BEN BEKLERİM... Cansu Önem


Zaman... Hangi zaman durdu ki bir kere... Her şey zamanla oluyor hayatta, büyümek zamanla, sevmek, sevilme sırasına girmek, zaman içinde; içindeki güveni yitirmek, amanla bir şeyleri bitirmek... Ben ne zaman büyüdüğümü anlasam üzülür oldum. Kaçıp evcilik oyunlarımın içinde bir yer bulup sabaha kadar oynamak... İlk aşk gibi... Benim ilk aşkım masallarda geçiyor, yaşadığım her şeyin izini, geçmişimde tanımış gibi bir tanıdıklık siniyor üstüme... Ufalmak, küçük ceketlerimin içinde büyümüş de küçülmüş olmak istiyor her yanım...



Gelecekten umudum yok zannedeceksiniz ama yok öyle değil. Benim geride bıraktığım tüm hikâyelerimde gelecekten haber beklediğim radyolarım vardı, kocaman antenli... Oturur, on yıl geçse derdim, bir oturuşta... Her şey zamanlaymış, zamanla... Büyüdüm de ne oldu? Hayatla doğru orantılı her yaş... Ne kadar büyürsen o kadar veriyor kendini sana, onu taşımak çok zor, kollarım yorulmaya başladı şimdiden ama bebeğimin arabası değil ki park edip başka bir oyuna geçeyim, sıkılmak lüksü yok bu sıralar, "savaş!” diyecekler, "odaklan!","sistem yanlış ama ne yapalım, zorundasın!" “Ne kadar direnirsen o kadar çatışma olacak ruhunda, gelgitlerin dur diyemeyecek ama hayata... Koca koca teyzelerin boyları kadar çocuklarını çekiştirmelerini dinleyerek uyumak da yok, aklında sorular, zaten hayal uyuyakalmak… Her şeyiyle özlüyorum geçtiklerimi, hastalığımı, sağlığımı, korkularımı, tüm ben duygularımı. Duygunun ne anlama geldiğini öğrendiğimde doyurduğum ruhumu... Ben büyüyorum, hayat büyüyor, anasınıfındaki süt içme yarışı gibi değil buradaki yarışlar... Kırmızı başlıklı kızlar da hiç sempatik değilmiş, kurtsa; bir tane değil! Hansel ile Gretel, birliktelikleri için uğraşadursunlar, bizim dostlar, korkmayalım, yanımızda değil arkamızda! Hayatla yüzleşeli çok oluyor ama onun daha kaç yüzü var... Karşı karşıya geleceğim çok kişi, izlemek zorunda kalacağım kaç oyun var, en iyisi mi şimdilik rolüme düşeni yapıp bu sahnede gülmeliyim, hayat daha çok... Işık hayatın ön safında, hayat beklemez... Ben beklerim…

6 Ocak 2008 Pazar

MUTLU MUYUZ?

Gizem Kıvanç





















Mutluluğun ne olduğunu bilmek mi daha zor yoksa onu yakalamak mı? Hangisi sizce? Karar veremiyor insan değil mi? Biz en iyisi ikisini de birlikte ele alalım.

Çoğumuz bilmiyoruzdur gerçek mutluluğun ne olduğunu. Saçma sapan şeylerde bulmaya çalışırız. Bulamayınca da kahroluruz. Gözümüz hiç bir şeyi görmez o zaman. O mutluluk bizi teğet bile geçmedi ya bir sefer, işte her şey biter umudumuz kalmaz. Bir daha yanımıza uğramayacak sanırız. Oysa bilmeyiz ki karamsarlığın en büyük düşmanımız olduğunu.

Yeri gelmişken bir arkadaşımın da bu kötü huyundan bahsetmeden geçemeyeceğim. Demiştim ya karamsarlık en büyük düşmanımız diye, işte bu arkadaşımızın da başına ne geldiyse bu sözü çok abartılı bir şekilde ilke edindiğinden gelmiştir. O hep iyi düşünür, gerçekçi yaklaşmaz olaya. Kendisi ne istiyorsa, nasıl istiyorsa o dur gerçek olan. İşte karamsar olmamayı fazla abartan kişiler de yanılgıya düşebilirler. Tabi ki mutlu olmasını bilmeli insan ama olur olmaz olaylardan da olur olmaz anlamlar çıkarılmamalı. Sorarım size kimler bu zamana kadar gerçek mutluluğu yakaladı? Kaçınız bu mutluluğu yakalamaya çalışırken yüzmeyi unuttu, boğuldu? Belki de hepimiz…
Belki de hepimiz yanlış yerlerde, yanlış zamanlarda ve yanlış şekilde yakalamaya çalıştık mutluluğu. Ama vazgeçmemeli insan. Yaşamdan umudunu kesmemeli. Unutmayalım ki yaşamak, ölmekten daha çok cesaret ister.

Mutluluk küçük ayrıntılarda gizlidir. Karamsar olmayan ama bir o kadar da gerçekçi bakış açısı bu ayrıntıların içindeki hazineye sahip olmamızı sağlayabilir.

Hepimize sonsuz ve bir o kadar da gerçek mutluluklar diliyorum…

3 Aralık 2007 Pazartesi

EN BEYAZ HÂLİNİZ

CANSU ÖNEM 11TMA



Eskilerden bir dörtlük döndü durdu dün kulağımda ağır aşina yürürken aklımı sıyırdı, geçmedi..."ben sana mecburum bilemezsin". Aşk bu olsa gerek, mecbur hissetmek, mecbur sevmek... Metazoriyi içe hapsetmek duyguların karmaşa salonu... "adını mıh gibi aklında tutuyorum/ ben sana mecburum bilemezsin/ içimi seninle ısıtıyorum." Her çalan kapıda yüreğe adanmış çiçek kokusu sarmıştır evi… Onun dönüşünü beklemektir huzurun yanlışı… Herkese ismiyle seslenme... O diyebilmek… Gurur veren bir sevgidir onun minik yüzüyle yaşıyor olmak… İçini ısıtmaya sesinin bir kibrit çakması yeterlidir...





"ağaçlar sonbahara hazırlanıyor" Güz hazırlıkları onun göz manzarasında sahil şeridi koşturmaktır… Hayatın ona aktığını hissetmektir... Onsuz "bu şehir eski istanbul mudur?"... O şehri şehir yapan onu o şehirde sevmek olmuştur bu denli…"karanlıkta bulutlar parçalanıyor, sokak lambaları birden yanıyor" Tüm değişiklikler sanki onun bir adımıyla dünyasına kazandırdıkları… Size kazandırdığıysa zaten onun dünyasının sizin olması..."kaldırımlarda yağmur kokusu". Yağmurdan da güzelsin ey sevgili diye haykırmamak içten değildir onun kahve gözü demini bıraktı mı ellerinize… Yüz çiçeğin içinde bir diken batar gözünüze... O göz eğer o gün onu göremediyse... "ben sana mecburum sen yoksun". Mecburluğun böylesine güzel olacağı aklınızdan geçmemiştir tek cümle bile…

"sevmek kimi zaman rezilce korkuludur". Sevmenin doruğunda seninle bir dilim ekmeği paylaşabilmek, ramazanda pide kuyruğumu sana vermekti çocukça heyecanlarım… Onu sevmekten hiç çekinmemişsinizdir… Doyabilmek mümkün değildir bakmaya... "tutsak ustura ağzında yaşamaktan" kimi zaman yorulursunuz kahverengi masanızın kahve tonu ortasında kahverengi çerçevede o kahve gözleri görmeseydiniz… Çekilmezdi hiç bir kahverengi böylesine…"kimi zaman ellerini kırar tutkusu/birkaç hayat çıkarır yaşamasından"... İşte o zaman hayatınızın eksilen tarafını ters çevirirsiniz ucu ona değmesin, hayatımdan düşmesin diyerek… Korku dolu bakışlarla uzaktan seversiniz bir kezler daha… "hangi kapıyı çalsa kimi zaman arkasında yalnızlığın uğultusu". Yalnızdır insan aslında kendiyle kalmasa da… Önemli olan onunla yalnız olmaktır o kalabalıkta… Denizin ortasında milyonların içinde onun yalnızlığıyla kalabalıklaşmak... En mavide..."fatihte yoksul bir gramofon çalıyor" ve kulağınıza ikincil eşlik eden onun sesi... "eski zamanlardan bir cuma çalıyor" üşüyor, onu yoklamak istiyorsunuz yanınızdaysa ısınma heveslisi... "durup köşe başında deliksiz dinlesem/sana kullanılmamış bir gök getirsem”.



Hayatta nice salıncaklar görmüşsünüzdür… Hiçbirisi onu salladığınız salıncak gibi olmayacak, nice göz görmüşsünüzdür, hiçbirisi onun gibi bakmayacak… Yıldızınız olup çıktıysa, güneş olmaya soyunup gökler yaratırsınız minik dünyanızda…"haftalar ellerimde ufalanıyor". Yokluğu saniyelerin çıkmaz yollara saklanıp saatlerin hızlarına yetişemediği kadar siyah... Ellerde kalan ayların tortusu… "ne yapsam nereye gitsem, ben sana mecburum sen yoksun". Susmak bıçak sırtıyken elleriniz kanar yokluk zamanlarında konuşurken… Özlem dolarken her iç çekişte adını anma arzuları duvarların boyasına tutunmuştur… "belki haziranda mavi benekli çocuksun". Hasta numarası yapıp okuldan kaçan o haşarı sizsinizdir... Bir çakmasına eriyebilecek mum gibi salonun en şık yerinde pencereye giden yolda bahar bekler gibi... Kimseler bilmez onu anlatmaya da değmez nasıl olsa hiç bir yaş onu anlayacak kadar yaşamamıştır…"bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden/belki körsün kırılmışsın telaş içindesin". Yangınına yanan uçurum olursunuz o zaman… Gözlerine dokunmaya kıyamayıp, yaşlarıyla vedaya çıkan o yolda tüm beyazını kaybetmiş genç bir kız gibi… Yeniyetme delikanlı manzarada balık avı… "kötü rüzgâr saçlarını götürüyor". Ellerim tek saç teline yıllarca koşturuyor... Silsilenin içinde yakalayamadığım tek güzel fırtına... Bir güzel fırtına… "ne vakit bir yaşamak düşünsem" yaşamaya ilk adımınızda bileğinizi kavrayan iyilik gibi içten geliyor resimleri üstünüze… Yağma yağma beyaz karlardan ayrılıp, yüreğimde kalan… "bu kurtlar sofrasında belki zor ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden". Küçüksüzdür daha çok küçüksünüzdür… Anılarınız bir ikiyken hatalarınızın yanında... Övündüğünüz en özel birikiminize "sen" demeye başlamışsınızdır… Bütün saçmalıkları hayallerinizdeki korkuluğa asmış, savunmalarınızı sadece ona yazmışsınızdır... Az aldığınız yollar yolun başında o varsa aklınıza çoğalmıştır teker teker… Minik tepside çikolatalı kurabiyedir onu seviyor olmanız... Hepsi bundandır…

"ne vakit bir yaşamak düşünsem sus deyip adınla başlıyorum". Tek özne bir hayattır artık masalınızda... "İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin". Deniz yoksunu senleriniz deli kumsalın kuyusunda… Deniziniz artık ikiniz... "hayır, başka türlü olmayacak, ben sana mecburum bilemezsin". Kolaydır kimi zaman son demesi anlamsız satırlarda... Hayatın sıfır olduğu yollarda... Beklemek zamanı geçirirken mevsimler ona inat... Bize inattır dünya küçük sevginiz büyükse... Mevsimler dönüp yaza gelmese bile siz dönüp ona tutunmaktasınızdır… Sevgisini bile sevmenin güzelliğiyle, sevse sevmese… Bilse bilmese... En beyaz hâlinizle siz ona mecbursunuzdur…